Hayatımızı dijitalleştikçe dengeyi yakalamak da bir o kadar zorlaşıyor. İşte bu tablodan yola çıkan Tuğba Şengül Lik, @dijitaldenge adıyla Youtube ve Instagram üzerinden dijital denge konusunda farkındalık yaratmayı sağlayan içeriklere yoğunlaşıyor. 2018 yılında kurduğu Dijital Denge Derneği ile bu konuda bilinçlenmeyi sağlayacak faaliyetleri yürütüyor. “Biz de Aslen Buralı Değiliz: Bir Dijitalzedenin Dengeyi Bulma Rehberi” kitabının da yazarı olan Tuğba Şengül Lik ile dijital dengeyi yakalamak için yapılması gerekenleri konuştuk.
Röportaj: Özge Zeki
Dijital denge konusunda farkındalık ve fayda sağlayan içerikler üreten Tuğba Şengül Lik ile birlikteyiz. Tuğba Hanım, dijital dünyanın artılarına ve eksilerine eşit derecede odaklanan bir isim. Telekomünikasyon sektöründe uzun yıllardır yönetici pozisyonunda çalışıyor. Her şeyde olduğu gibi teknolojinin de yararı olduğu kadar zararı olduğu tarafının farkına varıyor ve bu konuda farkındalık yaratmayı kendisine misyon ediniyor. Bu kapsamda 2018 yılında Dijital Denge Derneği’ni kuruyor. Dernek, bu konuda bilinçlenmeyi sağlayacak faaliyetler yürütüyor. Özellikle çocuklar için eğitimlere odaklanıyor. Ellerinde telefonla dijital dengeyi bulmakta zorlanan çocuklar, ileride daha büyük sorunlarla karşılaşabiliyor. Bu sebeple ebeveynlere yönelik hazırladığı içeriklerle dijital denge konusunda yol gösterici oluyor.
Günümüzde sürekli akıllı telefonlarımızla hareket ediyoruz. Ekran sürelerimiz uzuyor, dijital dengeyi bulmakta zorlanıyoruz. Oysa dijital dengeyi yakalayabilmek bir mutluluk sebebi günümüzde. Neler söyleyeceksiniz? Siz mutlu musunuz?
Aslında sadece dijitalde değil, hayatımın her döneminde dengeyi yakaladığım zaman mutlu olduğumu hissediyorum. Hepimiz günde yaklaşık yedi saatimizi dijitalle geçirdiğimiz için dengeyi yakalamakta zorlanıyoruz ancak o dengeyi yakaladığımızda hem zihnen hem fiziki olarak mutlu hissediyoruz. Devir hız çağı olduğu için herkes bir mutluluk reçetesi sunuyor. Bütün kişisel gelişim kitapları mutluluk üzerine hedeflenmiş, odaklanmış durumda. Dijital konusunda da eğer tüketiminiz ile üretiminizi dengelediğinizde, mutluluğu yakalama şansınız çok daha fazla artıyor. Ben yaklaşık 3-4 yıldır bilinçli seçimler yaparak bunu yakaladığımı düşünüyorum. Kimyager Paracelsus’un bir sözü var: “Her şey zehirdir, önemli olan dozudur” diyor. Benim farkındalığım da bu noktada açıldı. Bir şeyi yemekte aşırıya kaçtığınız zaman da sorun yaşarsınız, hatta kitap okumak bile öyle değil mi? Yani günde 8 saat kitap okursanız, maalesef onun da olumsuz etkileri oluyor ya da durmadan, uzun saatler dizi izlerseniz onun da olumsuz etkileri oluyor. O dengeyi her alanda yakalarsak mutluluğu da yakalarız diye düşünüyorum. Mutluluk zaten sürekli peşinden kovaladığımız bir şey. Yakaladığımız zaman tekrar ulaşmaya çalışıyoruz ama daha huzurlu oluyoruz diyeyim, sonuçta denge dinginleştiriyor.
Kitabınızda ve hazırladığınız içeriklerde de çok kullandığınız bir prototip var: Dijitalzede. Kimdir dijitalzede?
Son araştırmalara göre günde yedi saatimizi internette geçiriyoruz. Bunun üç saati dijital platformlarda, sosyal medyada geçiyor. Bazen 10 dakika diye giriyoruz, “Instagram’a bakıp çıkacağım” diyoruz ama sonra saatlerce içerikler tüketiyoruz. Maalesef ne içerik tükettiğimizin de farkına varamıyoruz. Aslında gerçekten çok yorgunuz. Silikon Vadisi’ndeki mühendisler bizi orada tutmak için o kadar farklı yöntemler deniyorlar ki biz de gerçekten dalıyoruz. İnsanız, aciziz, içine giriyoruz ve dalıyoruz. İşte dijitalzedelik de maalesef bu farkında olmadan geçirdiğimiz saatlerin bizi tükettiğinin bir göstergesi. Dediğim gibi artık hepimiz odaklanmakta zorluk çekiyoruz. Hepimiz kilo almaya başladık, hareket etmek istemiyoruz. Ekran karşısında doğal olarak salgılanan o endorfin hormonunu biz spor yaparak karşılamak istemiyoruz çünkü kolaya kaçıyoruz. Evet, bir kitabın ortasında sıkılıyoruz. Bana göre bu dönemin en önemli para birimi dikkat, konsantrasyon. Şu anda da aslında izleyicilerden bunu talep ediyoruz. Dolayısıyla her şeyi hızlı anlatmaya çalışıyoruz. Bir hız çağındayız. Hepsinin olumsuz yansımaları maalesef bizi birer dijital zedeye dönüştürmüş durumda. Ama ben ısrarla şunu söylüyorum; derneği kurarken de, iş hayatımda da teknolojinin varlığını reddetmek kesinlikle benim istediğim bir şey değil. Teknoloji hayatımızda var olmaya devam edecek. Bize sonsuz nimetler sunuyor ancak bilinçli kullanırsak ya da teknolojinin bizi yönetmesini değil de bizim onu yönetmemizi sağlarsak, efendisi biz olursak diyorum. O zaman ballı kaymak, yani teknoloji süper bir şekilde hayatımızda verimli her şeyi kolaylaştıracak. Çocuklarımız için de, bizim için de durum aynı. Baktığınızda teknolojiyi reddetmek, yasaklamak, onu ödül-ceza olarak kullanmak maalesef bu dijital dünyanın içinde doğan çocuklar için anlamlı değil. Bu ödül ceza sistemi, sizi onlardan çok daha fazla uzaklaştırabilir. Burada önemli olan ebeveynlerin bu konuyu öğrenmesi. İşte benim amacım da bu teknolojiyi kullanarak onlarla nasıl iletişimi güçlendiririz, onlara nasıl doğru rehberlik yapabiliriz, nasıl bilinçli dijital ebeveynler oluruz konularında farkındalık yaratmak.
Dijital Denge Derneği’nin de bu konuda faaliyetleri yoğun. Özellikle okullarda bu konularda eğitimler veriyorsunuz. Neler yapıyorsunuz?
Benim farkındalığım açıkçası şöyle oldu. Ben yeni nesil anneyim, iki evladım var. Onlar da tamamen Z kuşağı. Aslında ben bu Z kuşağıyla evde yaşıyorum. Benim oğlum 9 yaşındayken bir gün bakkala gitmek istedi. Evin arka bahçesi kadar yakınlıkta olmasına rağmen “güvenli değil” diyerek ona izin vermedim. O da bana, “Ben odama gidip internete gireceğim çünkü orası çok daha güvenli bir yer. Orada özgürüm. Kimse bana karışmıyor. Baksana sen beni bakkala bile göndermiyorsun” diyerek tepki verdi. Öyle deyince dijital dünyanın etkisini fark ettim. Bu çocuk niye gerçek hayatı tercih etsin? Dijital dünyada kendi ordularını kuruyor. Orada savaşlar kazanıyor. İstediği gibi kimlik yaratıyor. Orada herkes onu alkışlıyor, anında like’lar var. Okula baktığınızda 1. sınıftan 2. sınıfa geçmesi için 12 ay süre gerekiyor ama internette bir oyunda 5 dakikada level atlayabiliyor. Hayat aslında çok zahmetli! Evet, çok kısa hazlar yaşıyor, o onu çok daha mutlu ediyor. Daha önce de dediğim gibi bu hayatı reddetmiyorum ama “dijital dünya ile gerçek dünya arasında nasıl bir denge kurabilirim”i oturdum düşündüm ve bu konuda farkındalığım arttı. Hem ebeveyn olarak hem de telekomünikasyon sektöründe çalışan profesyonel biri olarak gerçekten bunu çok net gözlemliyorum. Ebeveyn olarak da bir şeyler yapmam gerekiyordu, teknolojiyi bilinçli bir kullanıma yönlendirmek gerekti. Farkındalığım burada oldu. Çocuklar kopyala yapıştır sistemiyle çalışıyorlar. Yeni neslin özelliği bu. Sizde ne görüyorsa, onu yapıyor. Dolayısıyla sizin doğru bir rol model olmanız gerekiyor. Tableti yasaklamanız çözüm olmuyor. Ben de elimden geldiğince öğrendiklerimi okullarda ya da kurumlarda anlatmaya çalışıyorum. Öncü biziz. Çocuklar bizi kopyalar, model alırlar. Gelin, bu konuda bilinçli dijital ebeveynler olalım diyorum.
Dijital Denge Derneği olarak kurumlara yönelik de eğitimleriniz oluyor. Tabii çalışma hayatında dijital denge önemli. Neler söyleyeceksiniz?
Kurumlar, özellikle şirket tarafında eğitimlerimiz oluyor. Kurumsal tarafta dijital denge sağlanamadığında, bakıyorsunuz verimlilik düşmüş oluyor. Neden? İşte gece geç saate kadar çalışmak, ekranlar, mavi ışığın uyku düzenini bozması, sabah sinirli kalkmak, bunların hepsi verimliliğin düşmesine sebep oluyor, üretkenliği azaltıyor. Aslında belki de çalışanların kurumlara verimsizlik maliyeti çok daha yüksek oluyor. Ama hayatlarında bunu dengeye soktukları zaman bu, kuruma da, performansa da yansıyor. Bu konuda da kurumlara eğitimler veriyoruz.
Peki, dijital dengeyi sağlamak için biz neler yapmalıyız? Siz dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? İşte bir gününüz nasıl geçiyor?
Planlı zamanlarım var. İşten eve geldiğim zaman çocuklarımla, ailemle geçireceğim zamanlarda, yemek masasında olduğumuz zamanlarda o ekranları masamıza koymuyoruz. En az yarım saat telefonlarımıza dokunmuyoruz, ekranlarla sohbetimizi bölmüyoruz. Dünya dönmeye devam ediyor. Yemek sonrası yarım saat civarında sosyal medyada vakit geçiriyorum. Nitelikli içerikler seyredip kendimi eğitiyorum. İngilizcem var, İtalyanca’yı yine aynı sosyal medya üzerinden geliştirmeye çalışıyorum. Çocuklar da aynı şekilde. Onların da bir saati var. Uyku zamanım yaklaştığında, yatmadan 30 dakika önceden ekranlarla ilişiğimi kesiyorum. Kitabımı yanı başıma alıyorum, kitabımı okuyorum. Çünkü o mavi ekran gerçekten sürekli beynin gündüz olduğunu zannetmesine sebep oluyor. Evet bizde de alışkanlık, yatmadan bir bakmak, uyanınca da ilk iş telefona bakmak. Dijital denge için benim ilk hayatıma kazandırmış alışkanlığım gece yatarken ve sabah uyandığımda telefona bakmamak oldu. Bu da benim için çok güzel, verimli oldu. Sabah kalkıyorum. En azından zihnim berrakken o sırada odaklanmam gereken şeylere yöneliyorum, ekran beni bölmüyor, kesintiye uğratmıyor.
@dijitaldenge adıyla Youtube ve Instagram üzerinden dijital denge konusunda farkındalık yaratmayı sağlayan içerikleriniz de ilgi görüyor.Konularınızı nasıl belirliyorsunuz ve en çok sizi kimler izliyor?
Evet, sosyal medyada beni en çok profesyonel çalışanlar ve ebeveynler takip ediyor. Şu anda kuşak sorunları, dijital zorbalık, dijital bağımlılık konuları ilgi görüyor. Dijital vatandaşlık, dijital okuryazarlık konuları da çok dikkat çekiyor. İlişkiler de açıkçası benim dikkatimi çekiyor. İlişkiler dijitalde başlıyor, dijitalde devam ediyor ve dijitalde sona eriyor artık. Kimse ilişkilerini yüz yüze bile bitirmiyor. Tamam, dijitalde yaşıyoruz bu aşkı, bu ilişkiyi, bari onu düzgün yaşayalım. Bu konularda uzmanlarla konuşarak tüyolar verdiğimiz içerikler de çok ilgi görüyor.
“Biz de Aslen Buralı Değiliz: Bir Dijitalzedenin Dengeyi Bulma Rehberi”isimli ilk kitabınız da bu konularda oluşan makalelerden, izlenimlerinizi yansıttığınız yazılardan oluşuyordu. Yeni kitabınız da yolda, çok yakında çıkacak, neler okuyacağız?
İlk kitabım pandemi sonrasındaki dijital göçebeliği anlatıyordu. O dönemde dijital dünyayla sonradan tanıştığımızda gözlemlediğimiz farklılıkları ve bu süreçte öğrendiğimiz şeyleri aktarıyordum. “Biz de aslen buralı değiliz” diyordum, yani dijital dünyanın içinde doğmadık ama bu dünyaya adapte olmaya çalışıyoruz. Şimdi ise yeni kitabım çok yakında çıkacak. Bu kitapta ise pandemi sonrası yaşadığımız dijital alışkanlıkları ve homo sapiens’den homo digitus’a evrilme sürecimizi anlatıyorum. Yeni nesil insanın karşılaştığı sorunları, bu sorunları nasıl olumluya çevirebileceğimizi, gelecekte karşılaşacağımız zorlukları ve bu dönüşümde neler yaşandığını aktarıyorum.
Kitap, kısa kısa makalelerden oluşan, keyifli bir okuma deneyimi sunuyor. Dedikim gibi, ben bir yazar değilim, sadece öğrenmeye, bilgiye meraklı bir sosyal girişimciyim. Neyi öğrendiysem, bunu başkalarıyla paylaşmayı çok seviyorum. Bilginin paylaşılmasının çok değerli olduğunu düşünüyorum. Ben de öğrenmeye devam edeceğim ve öğrendikçe, bunu yazılarla, YouTube kanalımda, eğitimlerde ve tabii ki kitaplarla paylaşmaya devam edeceğim.
Gerçekten inanıyorum ki bir insan değişirse, yavaş yavaş herkes değişiyor. Özellikle gençler değişirse, Türkiye’nin geleceği de değişiyor. Bu nedenle, bu süreci çok önemsiyorum.